Bu Blogda Ara

28 Mart 2013 Perşembe

NEFSİME TERS GERÇEKLER

Düşünüyorum, hatırlıyorum beni en çok üzen şeylerin başında hayatta bağlandığım eşyalar, şehirler, insanlar olduğunun farkına varıyorum. 

Hemen Can Yücel'in "Bağlanmayacaksın" şiiri geliyor aklıma. Ellerini bile sahiplenmeyeceksin, senin değillermiş gibi yaşayacaksın bu hayatta, diyordu. Oysa biz nelere, kimlere bağlanmadık. Annemiz, babamız, çocuğumuz, işimiz, okulumuz, evimiz, arabamız... Her birisini seviyoruz ama sevginin ötesinde bağlanıp onlar için yaşadığımızın farkına bile varmaz oluyoruz. Devir öyle bir düzende ilerliyor ki inancı ne olursa olsun sevgisini, yaşamının gayesi ile yer değiştirip putlara taparcasına bunlara bağlanıp yaşayanlarımız var. Amaç ve aracı ayırt edemediğimiz an da çelişkiler, karmaşalar artmaya başlıyor. Amaç bu dünya yolculuğunu en başarılı bir biçimde tamamlayabilmek ise, sevgisini yaşadığımız insanları parasını harcadığımız işimizi vazgeçilmez olmaktan çıkarmalıyız. 

Geleceği düşünüp tasarruf önerileri alıyor şimdiden emeklilik hayalleri kuruyorum. Tamda yolun başındayken beni bu denli hızlı düşündüren şey nedir, derken farkına vardım. Çevre baskısı, herkesin normalmiş gibi yaşadıkları beni de hızlı kazanıp, tüketmeye sürüklemeye çalışıyormuş. Farkına varmam ve önlem almam çok geç olmadı ancak bunu kişisel yapım sayesinde daha hızlı hayata geçirebildim. 

Bizlere geleceğin garantisi verilmediğine göre uzun süreli planlar yapmak niye? Gün bulup gün yiyelim, hayatla dalga geçip eğlenelim demiyorum. Sadece Dünya'ya, bu hayata olması gerekenden fazla anlam yüklemek istemiyorum. Belki yaşam da böyledir; bugünü yaşarım ama geleceğimi gerçek dünyam için yaparım dersem içimdeki umut çoğalarak artar. Evet bu fikre kavuşup, bana verilen haritadaki yolu takip etmeye kanaat getirmem aylarımı aldı. Neyseki artık üzerinde düşünülecek daha önemli isteklerim var! 

Hal böyle olunca çevremdeki bir çok şey anlamını kaybetmeye başladı. Gözlerim, gönlümden geçenleri ararken her an kör olmaya başladığımı fark ettim. Bu bir başlangıç belki de şekil değiştirmek. Neticede bitmek bilmeyen  arayışlarımın yokluğunu fark etmek, kendimi teslim olmaya hazır kılmak en güzel mutluluklardan bir tanesi oldu.

Şimdi sabırla bekleyeceğim yıllarımın var olduğunu düşünüyorum. Nefsime azap olacağını bilerek "yaşasın" diye kahkahalar atasım geliyor :) 

Belki bir yerler de benim gibi düşünenler vardır diyerek yazdığım her kelimeyi sanal okyanusa atıyorum. Aynı dili konuşmak değil, sadece anlaşılmak istiyorum hepsi bu. :)




19 Şubat 2013 Salı

SUSTURULAN RUHLARA HASRETLİK SÖZLER

Hayat memat denen değirmen taşlarının arasında canların suları çıkıncaya kadar sıkılır da bir türlü akmaz iki damla yaş. Bir ara sokakta ölümü bekleyen bedenlerin sessiz nefesleriyle kirlenen camlar gibi soğuk, donuk bir çift göz...

Bakar da görmez olan gönüllere inat, "yaşa" demek bir yerden sonra işkence mi olur desem! Özgürlük, isteyenlerin hakkıdır diye okudum bir yerlerde. Lakin özgürlüğü istemeyen bir varlık var mıydı? Hasta ruhlar bile özüne en yakışır özgürlüğü soluksuzca yaşamak için bir gün daha fazladan yaşamı hayal eder duru. Varlığı  bir nefes, yokluğu dert keder. Susmanın adı, kimi yerlerde işkence olur kimi yerlerde sabır. Bazen birileri çalar elinizden bazen de uğruna feda edersiniz, ailenin, işin, paranın, sevgilinin... 

Mahrumiyetin en kötüsüdür susmak, susturulmak. İçinde büyüyüp duran kelimeleri boğazında düğümlerken bir yandan da nefes almaya çalışan bedenlere öyle yakışır ki, bakışlar. Susmak ölüm, susmak çaresizlik hele  bir de haklıysan ve susuyor isen, sabrı içten içe yer bitirir insanı. Büyüklerin haklılığını beyinlere sokuşturup, dillerine biber sürülerek büyütülen çocukluklardan gelir en derin özgürlük yaraları.

Aynı şarkıları dinleyen kulaklar bir gün gelir dile dökülmek ister. "Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum" der gibi, tatlı isyanlara başlar. Mırıl mırıl paslı bir ses, çelimsiz kelimelerini kusmaya başlar dudaklarından. Burun direklerini sızlatan özgürlük türküleri vardır hani; tok sesli ağızda dolu dolu kelimelerle yalnızca bilenlerin dilinde dolaşan gizli bir sırdır. Dokunduğu yere bendensin deyip, yalnızlığına, suskunluğuna ortak olup kaybolan bir düş... İşte sessiz kalışların saklı memleketinde bir yudum sudur  o şarkılar. 

Benim hikayen ise, bir şeyler uğruna feda edilmiş milyonlarca kelime sakladığım içimde başlar ama bitmez. Her gün unutmak için dualar ettiğim kelimeleri an gelip haykırdığımda felaketim oluveriyor. Ne de olsa can yakanların kanına dokunuyor her birisi. Hırçın, sert sözlerin çıktığı öpülesi dudaklar mı yanıltır insanları, yoksa eter kokusunun etkisini kaybettiğine mi yanarlar bilinmez! Oysa kendisinden yaşça küçükler, çocuklar, kadınlar, işçiler soru sormazdı. Sorgulamazdı edebinden susan insancıklar. Çıktığı yeri unutan çürük yumurtalar gibi kokuşmuş, hayattan dışlanmış ama "ben özelim ondan farklıyım" avuntusuyla yaşayanlara laf sokasım var :)  İçinizdeki hırs nefsinizi, susturduğunuz her günün hesabını masanın karşısına geçtiğimde almanın en büyük hasretiyle yemledim! 



28 Aralık 2012 Cuma

DİNLE

 An olur okumak, yazmak yetmez. Dinlemek ister bedene can katan ruh hem de en derinlerden bir kaç söz dinlemek ister. Suya dalga veren sesler, hücrelerde uçurtma olmak ister. Kimilerine göre ilham kimilerine göre tılsım... Nihayetinde gönülde varım diyen bir kaç hece...

Sükûtun altın olduğu, kocaman gürültülere manidar cevapların susarak verildiği topraklarda yaşamak, en güzel dinleyici olmayı öğretir. Dinleyici olabilmek; sabırla, zamanla, merakla ağızlardan çıkacak kelimeleri bir bir avlamaktır. Arda kalanlarla, zihinde yazılı olanları mukayese etmek sonra da payımıza düşeni alıp yol almaktır, söz dinlemek! 


Hayat bazen teslim olmayı gerektirir. Asilikten, hırçın çocukluktan uzak akışa teslim olmak gibi bir şey. İşte söz dinlemek gerekiyor, uslu uslu yaşamak vazifeleri yerine getirmek için söz dinlemek... 




8 Kasım 2012 Perşembe

ELEKRTİK

Son haftalarda köydeki elektrik kesintileri artmaya başladı. Şehirde ya da köyde yağmurla, rüzgarla gelen elektrik kesintilerine alışkınım ama burada durum biraz daha farklı.

Sabah, akşam, gece ne zaman gideceği belli olmayan elektrikler en erken bir saatten önce gelmiyor. Lamba yok, internet yok, televizyon yok, piliniz yoksa radyo bile yok :) İşte böyle zamanlarda taş evde elektriksiz kalmışsam aklıma gelen ilk şey kitaplar oluyor. Bu sayede daha çok kitap okumaya başladım :) Her elektrik kesintisinde taş evde sessiz bir tur atıp her defasında yeni bir kitap okumaya başlıyorum. Şehirde de elektrik kesilirdi ama hiç böyle alışkanlıklarım olmamıştı.

Bugün yeni bir şey daha farkettim. Bakıp göremediklerimden birisi. Ağarlar bir sağa bir sola savrulmuyorlar. Yapraklarına kadar rüzgar ne yöne esiyorsa, bulutlar da ağaçlar da hep aynı ve tek bir yöne doğru hareket ediyorlar. Ve bugün gördüklerim öyle güzeldi bana öyle iyi geldiki. Güneş batmaya hazırlanırken yerdeki, gökteki her şey ona doğru hareket etmeye başladı. Hızla koşar gibi tek bir yöne tek doğruya kavuşmak için birbirleriyle yarışıp durdular!

20 Ekim 2012 Cumartesi

AYNA

Ey Güneş, gözümü alsan da üzerime saldığın sineklerin ellerimi tutamaz yine içimdeki coşkuyu yazarım :) İçimi saran anlamını çözemediğim bir heyecan ve giderek yükselen bir enerjiyle günün ilk saatlerini zararsız, ziyansız atlatmayı hedefliyorum. Ah bir de şu telefon sussa! 

Gözlerimi kapatıp hayaller kurmaya başlıyorum. Kırlar, denizler, dağlar, ağaçlar...  Uzun uzun yürüyorum, adımlarımın altında fısıldaşan yaprak sesleri, dallara takılıp gelen rüzgarın uğultusu geliyor kulaklarıma. Sonra kendi kendime gülmeye başlamışken, sesli konuştuğumu fark ediyorum. Akıllara sağlık... Meğer uykudan uyanmak gibi gerçekliğin içerisinde gözlerimi açmak ne de güzelmiş. Derin , soluksuz, korkak ve bir o kadar cesur hislerle ciğerlerime çektiğim nefes kadar gerçeksin hayat. Kahvemi tek başıma yudumlasam da içimdeki sesle sohbetin değerini ben olmadan anlayamazsın. 

Bir zamanlar yaptığım gibi nereye gittiğimi bilmeden, yoruluncaya kadar durmadan yürümek geliyor içimden. Tıpkı eskiden olduğu gibi bir adım daha yakınlaşabilmek. Şimdi beni romanlarla korkutanlara gülüyorum. Okumakla kalmayıp hissettim. Anlamını bilmeden okuduğunuz her bir kelimenin, onu yazanın ellerine birer diken gibi battığını bilseniz isyan ederdiniz!

Koyda saklı bir ev, evin içerisinde minik hayatlar, kimsenin bulamayacağı o hayatlara gizlenmiş kocaman mutluluklar. Hani çocuklara sorarlar beni ne kadar seviyorsun diye, çocuk kollarını iki yana açıp, göğüs kafesini göbüşünü ileriye doğru çıkarıp "kocamannnnn", diye cevap verir. İşte içimdeki çocukta hala "kocaman". Bazen kendimi minik kızların evcilik oyununda unutulmuş gibi hissediyorum. Özellikle de makyaj yaparken aynada gördüğüm ellerim "kızım sen hala büyümemişsin" diye sesleniyor. Kim bilir belki de bu yüzden sebepsiz mutluluları, iç gıdıklayan sevinçleri kendi kendime doğuruyorum.

Hayat bir ayna ve yansıması bizler isek, sana güzel niyetlerle bakıyorum benden güzelliklerini saklama evren.