Bu Blogda Ara

27 Aralık 2011 Salı

ÖNYARGILARINIZI TAŞLASAM CEZAM NE OLUR?

Hayatı, insanları oldukları gibi kabul ederken karşılığını alamamak her geçen yıl içten içe saplanıyor kalbime. Canımı acıtmaya çalışan herkesi laflarımla yakmak istiyorum.

Şuncu buncu, oralısın buralısın, bendensiz ondansın, sen kimsin? diyenler bana da dilini uzatmaya başladı. Canımı sıkıyorlar... Konuşmamı beklemeden düşüncelerim üzerinde yorum hakkını bulanlar, geleceğimi okumaktan öteye geçtiler. Müdaafa hakkım doğdukça, canım acıdıkça hırçınlığım, küskünlüğüm artıyor. Madem laflarım yetmiyor bana söz söyleyenleri taşlasam cezam ne olur? Funda, Ayşe, Fatma olmuşuz hiç farketmez memlekette katil olmadan yaşamak sabırların sabrını istiyor. Sabır taşı değilim ama vicdanım taşlaşırsa sonucu ne olur düşünmek bile istemiyorum.

Büyük çoğunluğu müslüman bir ülkede, güya islamiyeti yaşayanlarla birlikte yaşıyoruz. Millet çok inançlı da kalp kırmanın Kabe'yi yıkmakla eş değer olduğunu ne zaman öğrenecekler. Beni eleştirmek sana ne kazandırıyor efendi... Madalya takıyorlarsa söyle ben de seni eleştireyim. İş söz söylemekse en marifetli sözlerimi kalp şoku yaşatırcasına saplardım kalbine lakin Allah'tan korkarım. Bu demek oluyor ki, insanları eleştirmekten zevkalan sadist ruhlarda Allah korkusu kalmamış.

Kime ne söylesem boş! Gördüklerini hayatın doğrusu sanan cahillere ne anlatabilirim. Kimilerine göre doğruları söylemem sakıncalı kimileri için ise yalaka olmamam en büyük kayıp. Hava hoş beyler, bayanlar :) Çenenizi yormaya devam edin, sayenizde belki günahlarımdan kurtulurum.
Ön yarglarınızı öldürmeden gelmeyin yanıma.

8 Kasım 2011 Salı

HOŞGÖRÜ GİYMİŞ TAHAMMÜLLÜK RUHLAR

Kendimle baş başa kaldım. Uzun zamandır böyle sessiz kalmamıştım. Ne bir ses ne de bir görüntü var. Bilgisayar yok, telefon yok, televizyon yok, kitap yok, insan yok. Yalnız ben ve odam... Böyle zamanlarda kağıda, kaleme sarılan ellerim beynimi alıkoymasa, kendime katlanamaz olurum.


Bir insanın kendisine tahammül süresi ne kadardır? Tahammül nedir, ne için kim için tahammül ederiz? Tahammül sabrın belgeli hali midir yoksa sabrın sonucu mudur? İnsanın kendisine tahammül süresi ne kadardır? Araştırılmış mı, sonuçları neyi gösteriyor bilmiyorum ama benim kendime katlanma sürem üç gün. Kelime anlamı olarak tahammül; insanın kötü, güç durumlara karşı koyabilme gücü, kaldırma, katlanma şeklinde açıklanıyor. Bu demek oluyorki benliğimin oluşturduğu kötü, ağır koşullar neticesinde içine sürüklendiğim düşünce serüveni için hızla çalışmaya başlayan beynim ve tüm enerji kapaklarını sonuna kadar açarak ona hizmet sunan kaslarım sonunda çok çalışmaktan sitrese girip yorgun düşüyorlar. Neticede kendimden kaçışlarım başlıyor. Üç günün sonunda benden sıkılan suratım asılmaya başlıyor, nefes alış verişim hızlanıyor, içimden yükselen alevler gözlerimi yakıyor, firar planları kuran beynim uyuşmaya başlıyor. Her zaman başıma gelmese de bu duyguyu yaşayan tek ben miyim diye düşünmeden edemem. Yirmi yaşımda öğrendiğim bu his sayesinde, bana bile tahammül edemeyen ruhum hoşgörü ve sevgiyle dolmaya başladı. İçimi parçalayasım geldiği anlarda derinlerimde sıkışıp kalan meleği aramaya koyulduğuma göre; sabırla başettiği tahammüllük ruhlara, hoşgörüyü giydirip misafir etmeye başlamışım demektir.


Ne vakit sessizlik olsa korku sarar etrafı. Fırtınanın ayak seslerini örten sessizliğe bana dürüst ol, diye bağırasım gelir. Parmaklarıma sarılan kalem karalamaya başladıkça sessizliğe olan öfkesini kusmaya başlar. Taki gün telaşının, kulağımdaki tıpaları çıkarıncaya kadar. Yüzmeyi öğrenmeye çalıştığım yıllar geliyor aklıma. Korkudan suyun yüzeyinde kalamazken dibe kadar batardım. Saniyeler içerisinde derin bir sessizliğe gömülür sonra başımı dışarı çıkardığımda sahte mi gerçek mi bilemediğim etrafımda oyunlar oynayan insanlar görürdüm. Oysa o an ben yerin dibine girerken, saniyeleri dakikalar kadar uzun hissetmişken, boğulacağımı düşünürken insanlar yaşadıklarımdan bi haber eğlenmeye devam ediyorlardı. Su altındayken nefese erişebilmenin sabrı, yüzmeyi öğrenmekten korkan beymine tahammülük, etrafımda çoşkuyla eğlenen insanlara belki de sahte hayata hoşgörüyü anın da doğuruvermiştir! Son bir not ruhumu eğitmesini öğrendim ama beynimdeki korkuları yenip hala yüzmeyi öğrenemedim.

27 Ekim 2011 Perşembe

DİREK DEĞİL DİREKT

Son iki üç dört...
Hasret...


Yıl sonra yine DİREC-T dinliyorum. Sevipte nefret ettiklerim, sevipte kavuşamadığım hasretlerim, yollar, sıralar, son miladını yaşayan walkmani, kulaklıkla geçirdiğim bir yılı, sokak kokularını hatırlıyorum. Hatırlamak ne kelime gözlerimi kapasam zaman tüneline ışınlanacağım. Ahh özlem seni tanımamış olsaydım. Bir de alkıma dilime çakılmış "direkt" kelimesi var. Bir telefon konuşmamı dinleyip bana en güzel dersi veren insanın, hayvan beslemenin en özel hocasının, sözleri hayat boyu kulağımda: "Sen şimdi ne direğinden bahsediyorsun telefon direğimi, kolon direğimi? Yol öyle tarif edilmez direk o direkt." O günden sonra her satır yazıda açıp baktığım imla kılavuzuma doğrudan ve/veya direkt kelimesini ekleyerek konuşmaya, yazmaya devam ettim.


Haydi kalk gidelim diyor yüreğim, uzak bilinmez yerlere gidip eksik olanı aramak istiyor. Akıl vazgeçiyor. Eski denen her şey madde, eski dediklerim sadece elden ele gezen eşyalar; oysa zaman eskimez yaşanız biter, anılar eskimez silinir yok olur, mekan eskimez o hep yeni günü yaşar. Şimdi geçmişe gitsem beni karşılayacak neyim var? Bir ses, bir görüntü arar dururum. Gözler ileriye bakmak için yaratılmış, birisi başımın arkasında olsaydı geçmişe dönüş ihtimalim var derdim. Arkama alıp ilerlediğim her yıl özlemlere, tatlı ama acı duygulara yenilerini ekletiyor. Düşünmek bile kalbimi yaralıyorken geçmişi bir kez daha yaşamaya cesaret edemem. Uzak olan her şey güzeldir. Bunu hüzünlenip, ağladığım her an ıssız bir koyu izlecesine, tepenin başına çıkıp izlediğim o manzarayı yaşadığımda anlamıştım. Yıllarca bana teselli veren mavi, yeşil ve sarı renlerin çizdiği o resim meğer içine girdiğimde ne kdaar da kötüymüş. Odoanata (Yusufcuk) kovaladığım o kıyıcık bataklık olmaya meyletmiş, ıssız sandığım ulaşılmazım insanların izleriyle kirlenmişti. Meğer uzakta olan her şey güzelmiş o gün anladım.


Sesler ve kokular beni geçmişe sürüklese de gitmemek için direniyorum. Belki de bu yüzden fotoğraflara bakmayı sevmiyorum, kokuları kaybetmekten çekiniyorum. Görmeye, yaşamaya değil yalnızca hatırlamaya cesaretedebiliyorum. Tıpkı bugün olduğu gibi...

12 Ekim 2011 Çarşamba

KORKMAK İSTİYORUM

Şehrin en karanlık sokağında korkmak istiyorum.
Aydınlığı sabırsızlıkla beklerken,
Bu gece hiç bitmeyecekmiş gibi korkmak istiyorum.
Kalbim hızla çarpsın, soluk soluğa üşüdüğümü unutayım.
Ses arayan kulaklarıma kan dolarken, basıncı beynime işlesin
Bu gece hiç bitmeyecekmiş gibi dar, karanlık, soğuk sokakta ölümü anmalıyım.
Keşkeler geçmeli aklımdan
Şu an burada bulunmama ihtimalinin keşkeleri...
Kabuslardan fırlayan köpekler kovalasın beni
Soğuk nefesim ciğerlerimi yakıncaya kadar koşup
Bir kapıya, karanlık bir köşeye saklanmanın telaşıyla kaçmalıyım
Korkak ruhum bedenime düşman olmuşken
Olmayan saatelerin geçmesini beklerken
Sabah olmayacakmışçasına korkarak kendimle kavgaya tutuşmalıyım
Şimdi tamda gecenin karanlığında, terkedilmiş sokaklarda ne işim var?
Beynim aptala dönmeli ki korkum zirveye ulaşsın
Beynim iflas etmeli ki cansız bacaklarım koşmayı akıl etmesin
Fikrim sönmeli ki nedenleri asla sormasın
Hissiz etlerimi koparan köpekleri
Gözlerindeki hırs ve nefreti, ne hayvan ne robot dedirten
Ruhsuzluğu görmez olsun gözlerim
Akan kanımın o demir gibi pas gibi kokusunu almasın burnum
Kaçmak yok!
Çıkmayan çığlıklarla yok oluşumu çağırsın yüreğim.
Korkmak yok!
Karanlık kabusların da ohh, dedirten terli sabahlarını sevsin kalbim.

2 Ekim 2011 Pazar

ŞEHİR

Buralara yaz selam verip geçeli çok zaman oldu. Ardından ateş almaya gelen, keyfine varamadığım sonbahar ve şimdide kışın selamları bir bir gelmeye başladı. Öyle bir yerki burası yazı az, soğuğu çok, yağmuru, karı bol, boz saman sarısı bir kaç tepe, şehrin en yüksek dağı Manastır, kurucu Sungur Bey'in yapıtı haman, cami, taş köprü ve ilin, ilçelerin simgesi saat kulesi... Bunlarda olmasa hayat çekilme :)

Havaların soğumaya başlamışsa sabahlar buz gibi olur. Kışları elleriniz kulaklarınız kesiliyormuşçasına donar. Kaşkola sarılmış kırmızı burunlar ısınmaya çalışırken, nefesinizin buharıyla kirpiklerinizde buz kristalleri belirir. Eskiden daha çok kar yağardı, kış sert geçerdi. Öyleki kimi evlerin su boruları donar, patlardı. Hımm bir de tüten sobalar vardı. Annem biz okuldan gelmeden odamızın sobasını yakardı. Okuldan gelir gelmez sıcacık odada ısınır, yemekleri yedikten sonra da kah ders çalışır kah kitap okuyup, müzik dinleyerek keyfiyle bir kış geçirirdik. Şimdi hepsi yalan oldu. Hani havalar soğuduya her zamanki gibi akşam çöktümü havada baca kokusunu hissetmeye başladım. İs, duman, karanlık, soğuk, zift kötü olan her ne varda karma karışır bir koku. Ben çocukken Ankara'ya çok giderdik ve ben Ankara'yı ilk bu kokuyla hatırlar oldum. Çünkü o zamanlar kömür dumanlarıyla kara kaplı bir başkent vardı. Gri bir sis çökerdi şehrin üstüne. Atlında koşuşturan insanlar, birbirini kovalayan arabalar, içinde soba yanan otobüsler bile vardı :) En çokta çift katlı otobüse binmek istemiştim. Yaşımda çok değil ama hatırladığım kadarınca o yıllarda üniversite öğrencileri kıymetliydi. Gözüme kocaman görünürlerdi. Kot pantolon, kalın bir kazak, uzun askılı büyük çantalarla üniversiteli ağabeyler, ablar görürdüm. Şimdikiler gibi defileye değil derse giderlerdi! Ankara denince bir çok kişinin aklına simit ve çay gelir. İşte o simitin benim hayatımda daha özel bir yeri var. Beş yaşındaydım, uzun bir tedavi süreci için babamla gidip geldiğim Ankara, bir sabah tahlil olmayı bekleyen aç kanıma simit kokucunu enjekte etmez mi... Simintiçin önünden geçerken dumanı üstünde Ankara Simiti'ni babama gösteren işaret parmağım ve kalabalığın içinde kayboluşumuz aklıma geliyor. Hey gidi günler hey... Ben de çocukluk anılarımı anlatır olmuşsam Dünya, haline yan da ağla :)


Biraz önce camdan başımı uzattım karanlıkta beş duyumun iki tanesi anlatmaya değerdi. Birisi soğuk havaya karışmış baca kokusu, diğeride şehir partındaki karga sürüsünün sesleri. İki yıldır şehir partında yerleşik hayata geçen karga sürüsünü seçimlerinden dolayı taktir ettim. Benim yaşadığım ilçeden daha soğuk, karanlık, yalnız bir yer zor bulunur. Belediye ekipleri onları kaçırmak için bir çok yöntem denediysede pes etmediler. Biz de varız, sessizliğinize ses olmaya geldik diyerek üremeye koyuldular. Şimdi ağaç dallarını ökse otu gibi bürümüş yuvalarıyla, cadde boyunca kaldırım ve duvara bıraktıkları pislikleriyle mutlu mesut yaşıyorlar. Onlar da buralı oldu. Pek yakında saat kulesi gibi simge olurlarsa hiç şaşırmam. :) Saat kulesi demişken aklıma geldi; var olan büyük şehirlere göç sorununa değinmek için oluşturulmuş meşhur laflarımızdan birisini söylemeden edemeyeceğim. Genç: "Eee zaman çabuk geçiyor eskilerden bir sen kaldın bir de saat kulesi.", der. Genç Kız: "İltifat ettiğini mi sanıyorsun.", der. Genç: "Yoo sen buna iltifat mı diyorsun. :))", der. Sonuç; İç Anadolu erkeği kabadır. :P

30 Eylül 2011 Cuma

VARSIL HAYATLARIN YOKSUL RUHLARI

Çılgınca çalışan bir beyin ve emrinde kocaman bir beden... Gün boyu hiç durmaksızın çalışan, yorulmak bilemyen organlar dinlenmekten korkar oldu. Her ne zaman dinlenceye vakit ayırmak isteseler, olur da alışıverirsek bu dinlenme denilen hisse bir daha nasıl isteyerek kendimizi yorabiliriz demeye başlıyorlar. Hem sıfırdan başlanmış bir hayatta üstelik yolun başındayken nasıl olur da bir nefeslik mola verilir? Önce hak etmek gerek!

Kurallar vardır herkes için geçerli kurallar. İşte o kuralların en ağırlarıyla sınadığım bu nefis terbiyeciliğine yeni hedefler seçmeye başladım. Çevremde olup bitenlere inat insanları bir bir alıştırıyorum disiplin ruhuna, kurallarla yaşamaya. Hepimiz eşit isek senin benden bir farkın yoksa en az benim kadar senin de uyman gerekiyorsa bu ortakçıl yaşama, isteklerimi geri çevirme lüksün yok. Olmamalı. Benimle yaşamaya başalayan herkes kadar ruhum, nefsim, bedenim de seninle yaşamaya alışmalı. Ortak karar alırken karşılıklı obur dallarımızı kırmalıyız ki; gayelerimiz gerçek olsun. Nefsimi yorduğuma, seni çektiğime, seni sinirlendirdiğime değsin.

Ömür kısacık bir yolmuş, kimileri yaşar da söyler kimileri ise duyar da anlatır. Bana göre ömür bildiğin kadar uzun, bilmediğin kadar kısa. Bilirsin ki, hayatta öğrenip gerçeğe dökebileceğin milyonlarca şey var. Ne hayat sana vermek ister ne de sen ondan peşin peşin alabilirsin istediklerini. İşte bu sürece kısaca hayat mücadelesi deyip geçiveriyoruz. Bir de bilmediklerini aramama ihtimalini düşün. Söylemek bile dilimi yoruyor :) Bilmediğin, varlığından haberdar olmadığın bir şeyi arama, bulma faaliyetine geçemezsin. Böylece zahmetsizce bir günü diğerine denk hayatlar, fotokopi makinesinden çıkmış sayfaların tükenişi kadar çabuk tükenip giderler. Al sana kısacık, kalbim kadar tertemiz bir ömür. İçeriğinin ne önemi var değil mi? Farkına varılamamış güzelliklerin, akılları çılgına çeviren bilgilerin yoksunluğunu hiç hissetmemiş kalpler neden sızlansın. Belki de bu sebeple hayat düşünenlere, bilenlere, soranlara, çok konuşanlara çok ama çok zor. Belki de bu yüzden çağın vebası stresi son yüz yılda keşfedip ruhumuzun en derin köşesine kazıyıverdik.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

KURALSIZIM



Düşünmeden, kuralsızca okmak, yazmak istiyorum. Aklıma gelenleri dolu dizgin sıralamak sonra ardıma bakmadan yenilerini yazmaya devam etmeliyim. Sözlerim kimilerine ağır geliyor. Hatta darılıp, kırılanlar bile var :) Dost acı söylermiş kardeşler...


Dürüstçe söylenmiş sözlere her gün yenilerini eklerken, kayıplarım giderek artıyor. Kaybeden ben miyim yoksa onlar mı? Bilmem! Tek bildiğim her gün kaybeden olmaktansa bir defa kaybetmek karımı arttırıyor. Gönül güzellikleri kusuncaya kadar yaşamak istese de olmuyor. Tıpkı bana sunamadıkları güzellikler gibi... Almadığım, tanımadığım güzelliklerin iadesi, karşılığı hiçbir şeyi olmaz. Ah bunu bir düşünseler, nerde....


Sözün son bulduğu bir nokta daha geldi. Yeni başlıkları atamamışken bir kez daha yutkundum. Bitti...







15 Ağustos 2011 Pazartesi

SEVMEK ONA DOKUNURKEN GÜZEL

Sevmenin ve severken, sevdiğine dokunabilmenin ne büyük bir nimet olduğunu hiç düşündün mü? Ona sıkı sıkı sarılmak isterken kollarının olmadığını düşün...


Düşün ki sevdiğinle arana girmeye çalışan camları kırmak istesen de taşı kaldıracak kollarının olmadığını hisset. Öfkeyle çığlklar atarken ağzını kapatan elleri düşün. Gözlerinden akan yaşların sebebini anlatmaya yaramayan, ne bir nefesin ne de bir kelimenin çıkamadığı dudaklar ne işe yarardı! Hadi kelimeler olmasaydı ve "seni seviyorum" demenin keyfine erişemeseydin. Geceler boyu sıcaklığıyla uyuduğun bedene hasret bir hayatın anlamını düşün. Yanındayken çekilen hasretliğin kahredişlerini, canını parçalayan hisleri düşün. Hayatım dediğin bedene saklı ruhu ölümsüzleştirmeyi halay et. Ne çok keşkeler geçiyor aklından değil mi? Keşke...


Sevdiğini kaybetmenin hayali bile kötü. Peki sevdiğini an ve an kaybettiğini bilmek, kayboluşlarını izlemek ne kadar kötüdür? Gözlerindeki ışığın her an sönebileceğini düşünmek ve bir daha gözlerine bakmamak için sabretmek... Ölümü hiç bu kadar yakından tanımamışken her gün sana, bana selam verişini izlemek nasıldır bir düşün.

Kadere inat onsuzluğa ulaşabilecekmişçesine ellerine, kollarına saatelerce dokunduğunu düşün. Sihirli lambadan çıkmasını beklediğin cinden sonsuz aşkı sadece onunla yaşamayı dilendiğini düşün. Daha fazlasını yapamayacakken nefesini teninde, sıcaklığını avuçlarında hissedebilmenin şevkiyle gözlerini kapat ve düşün. Meğer sevmek ne güzel şeymiş ama severken, sevdiğine dokunabilmek aşkı ifadesiz bırakan büyük kocaman bir hitmekmiş.


Neden herkes değil de o? Kalbim neden seni seçti, ruhum neden seni istedi? Çünkü sen diğerleri gibi değilsin. Benimsin ta içimdesin, tenimden bir parçasın. Benliğime anlam katacak, bir solukluk hayatı sonsuzluğa değer bir hisle dolduracak kişisin sen, sevdiğimsin. Seni severken yaşamak, hissetmek istiyor ruhum. Sert, şekersiz, acı bir kahve içerken hissettiğim gibi tüğlerim diken diken olmalı seni severken. Kokun derinlere götürmeli beni ve değerini bir defa daha anlamalıyım. Sana dokunduğum her an iyi ki seni sevdim demenin kıymetini düşünmeliyim.

10 Haziran 2011 Cuma

Funda: Arka Bahçem

Funda: Arka Bahçem: "İstemek mi yaşamak mı derseniz ben yaşamak derim :) Bir şeyi çok isterim olmaz ve bana sunulanı yaşarsam daima mutlu olurum. Hani bilimde do..."

HAZİRAN OLDUK

Haziran olduk!
Bahar, adını bile söyleyemeden bitti
Şimdi sıra yazda
Adı gibi kısa olmasa bari.
İliklerime kadar ısınmak,
Nefes nefese terlemek istiyorum
Yak beni Güneş, yak beni Yaz...
Kara bulutların, matemli günlerin azabından
Işıl ışıl, sıcacık, neşeli günlere doğlasım var.
Bir rüzgar çıksa
İçimdeki hüznü,
Kirli düşleri
Alıp götürse çok uzaklara.
Sabahına; Güneş'in kollarında
Minicik, mis kokulu
Kucak dolusu kır çiçekleri ve su...
Doyasıya yaşasam sevincimi.
Keşke bu bir rüya olmasa!


Funda Karabacak
03.06.2011

3 Haziran 2011 Cuma

SONGÜL

Yaşanılası günlerin hevesiyle dolsun yüreğin
Geçmişe hapsolmadan
Bugünü aramadan
Yarınlar hiç bitmeyecekmişçesine
Ümitle,
Hayattan çalarak yaşamak...

Gülüşünde saklı o mutlulukların
Hayatının "Songül" bahçesinde yeşersin bir bir
Olurda yolum düşerse
Belki de bir papatya olurum bahçende.
Kim bilir belki de bir gün,
Yılın bir gününe saklı
Sana özel bu anı
Birlikte kutlarız!


Öyleyse o güne kadar
Hayatın tadına var ve mutlu kal...

Funda Karabacak
03.05.2008

KAL

Keşke her yol sana çıksa
Keşke her yolculuğum beni sana kavuştursa
Çalan her telefonda sen,
Baktığım heryerde yine sen olsan.
Dahası hayallerimizle birlikte
Sen de benimle kalsan...

BUGÜN YİNE SANA UYANDIM

Bugün yine sana uyandım.
Sensiz başlayan günlerimin ne ilki ne de sonuncusu.
Özlemle yaşamaya alıştım.
Düşlerimde hissetmeye çalıştım seni, sensizliği
Yalnızlığı yastık yapıp, anılarına sarılıyorum her gece
Geçmek, birmek bilmeyen her gece...
Şefkatini hissediyorum üzerimde
Susmak ölüm
Susmak çaresizlik
Dayanılası bir acı değil
Sen içimde büyüttüğüm bir kaktüs
Çöllere saklı bir damla su, senli günlerim
Hesapları geçtim, ihtimallerdeyim artık.
Her şeye yeni bir "merhaba" diyebilmenin ihtimalinde...
Senden öğrenmiştim;
Evet, zor ama imkansız değil!
Sana kavuşabilmenin hayalini pusula yaptım gönlüme
Yalnız sende kaybolurum bundan sonra
Yalnız sana çıkar yollarım.


Funda Karabacak
30.07.2008

:)

Bazen birilerinin bir yerlerde birisini düşündüğünü bilmek de teselli edici olabiliyor! Ama ben yalnızca bir yerde olmak istiyorum. Sevgiyi, arkadaşlığı, özlemi, takıntılarımı öğrendiğim ilk adreste çürümek isterdim. "İsterdim", demek bile kırıyor umutlarımı. Sana kavuşabilme ihtimalimi düşünemiyorum. Böyle bir olasılığın hayatıma dahil olup olmadığını hesap edemiyorum. Ne de olsa bugünlerden ertelenmiş günlerimi çıkarır, sevgine bölersem sonuç negatif sonsuz çıkıyor! Sonsuzluk içerisinde olmayanı aramak diye bir şey var ise, senin aşkında kaybolma şansım hala sürüyor demektir. :)






Funda Karabacak



10.11.2007

BİR BEN

Sensizliğe
Yalnızlığa
Öfkeyle yoğrulmuş sabra
Alışmış yüreğim.
Tıpkı
Nefesini hissetmeden
Yaşayabildiğim gibi...


Ömrüme kocaman bir yıldırım gibi düşen
Bir anda yakıp, izlerini
Ömür boyu saklamaya mecbur kaldığım
Sen ve sonra siz
Bunlara rağmen
Hala "biz" olamalış
Yalnızlığa es,r olmuş
Yıkık dökük bir ben...

Funda Karabacak
2005