Bu Blogda Ara

28 Haziran 2012 Perşembe

KÖYDEKİ OYUNCAK

Çocukluk mutlulukları hep masum, minik ama içi katmerli güzelliklerle anlatılır. Ne kadar çok anlatırsak anlatalım, büyüme heveslisi çocuklar daha fazlasını yaşar da anlatamaz.

Orman içerisinde, hayatları keçi ve sebzeden ibaret bir köyde bebekler doğar, peki nasıl büyürler? Mesela onların oyunları diğer çocuklarınki gibi mi? Oyuncakları neler? Ağaç, taş, çamur... Bir de olmazsa olmaz plastik oyuncaklar onların elinde kim bilir nasıldır? Köyleri gezen çerçicilerin (bizim köyde tencere, tava, kap, kacak satan gezici satıcılara çerçici derler.) birinden alınmış ya da işi düşüp şehre giden babanın, eli boş dönmemek için için aldığı plastik oyuncak kamyon. İşte o kamyonlarda bir tanesini camdan dışarıyı seyrederken bu köyde gördüm. Daha doğrusu oyuncağın sadece bir parçasını görebildim. Ninesinin peşine takılmış, ipe bağladığı oyuncağını gezdirmeye çıkaran küçük adam dönüp dönüm arkasına bakıyordu. Nasıl bakmasın varı yoğu bir kamyondan geriye, sadece iki tekerlek ve tekerlekleri birbirine bağlayan bir demir parçası kalmış. Demirine ip bağlamış, tekerlekler ha döner ha dönmez çekiştirmeye devam ederek köy içine doğru giderken gözden kayboldu. Küçük adamı izlerken öyle mutlu oldum ki, gözlerimin önünden yaşayan koca bir mutluluk geçip gitmişti. 

Şimdiye kadar onlarca oyuncağından birisini hediye etmek şöyle dursun bir başkasının dokunmasına izin vermeyen çocuklar tanımıştım. Oysa oyunlar ya da mutluluklar oyuncaklarda saklı değilmiş. Değer yüklediğin tek bir objede saklı mutlu oyunlar, heyecanlı sevinçler. Tıpkı insanlar ve içlerinde saklı ruhlar gibi...

23 Haziran 2012 Cumartesi

YAŞAR'IM BÜYÜDÜ

Birinci sınıfa giderken sabahları erken uyanıp sırf onu sevebilmek için altını bezlediğim, doğduğu günü tazecik hatırladığım Yaşar'ım bugün nişanlandı :)

Yalancı memeyi beş yaşına kadar bırakmayan, oynamak için bahçeye bile yalnız inmeyen, bisiklet sürmeyi öğretmek için tüm yaz tatilimi onunla geçirdiğim, iğneler döşediği battaniyeye oturtup kahkaha atan yaramaz Yaşar'ım büyümüş. Annem ikimizi çarşıya bir şeyler aldırmaya gönderirdi yol boyunca elimi bırakmazdı. Markete gidince mutlaka çikolata isterdi ben de paramız yetmez diye almak istemez, almazdım. Eve dönünceye kadar elimi tırnaklar, çimcikler tam evin bulunduğu sokağa girince kısacık bacaklarıyla tekme atmaya başlardı :)) Tüm kardeşler gibi kavga etmeden duramazdık.

Geç konuşmaya başlayan Yaşarım eksik harfleri ve peltek tatlı diliyle, ben okuldan gelirken annemin kucağında camdan beline kadar sarkmış Umba diye bağırıyordu. O günden sonra benim adım Umba kaldı:) Bunu duyan teyzelerim, akrabalar, yakın arkadaşlar da Umbam demeye devam etti. Sadece yabancıların yanında abla derdi ve ben hiç üzerime alınmazdım. Çünkü alışmamıştım abla demesine. Sonunda o da bıraktı abla lafını ve bana abilik yapmaya başladı. Şimdi ise biriciğimle yalnızlığını paylaşmaya çalışan birer arkadaş olduk.

Minik kuzum ne vakit büyüdü evlenme hazırlığına başladı inanasım gelmiyor. Anneler, babalar söyler ama bu duyguyu en az onlar kadar hissettiğim için mutluyum. Koca bebek olarak yaşlanacağını düşünerek söylüyorum; seni seviyorum Yaşarım...

2 Haziran 2012 Cumartesi

KABUS

Bu sabah kötü çok kötü bir kabusla uyandım. Rüyaların etkisinde kalır gün boyunda gelecek haberleri beklerim.     Kötü haber çabuk dağılır misali bu sabah içimde bir telaş, her an kötü bir olayı duymanın telaşındayım. İnternette sosyal ağlara vakit ayırmayalı çok zaman oluyor, bugün ise özellikle bakmıyorum. Bakmayayım, görmeyim, canım sıkılmasın, çalışma iştahım kaçmasın. Ne de olsa gördüğüm rüya bana fazlasıyla yetti. İçimin sıkılıp, kalbimin adeta yerinden kaçmak istercesine nefes nefese telaşı beni şimdiden yordu. 

Her rüya dinleyişimde hayırdır inşallah, der sonunu hep iyi şeylere yorumlamak isterim. Umarım bu defa anlamsız saçma sapan bir ruh haliyle görüşmüş görüntüler olarak hafızamdan silinirler. Şarkılardaki gibi rüyalar gerçek olsa palavrasını bir kez daha yok sayarak, iyi ki rüyalar gerçek değilmiş diyorum :) Ohh be yazdıkça içim rahatlıyor sanki üzerimdeki gizli bilginin yani hafızamdaki görüntünün suçluluğunu üzerimden atıyor gibiyim. Adı  rüya ya da kabus olsun beynimi meşkul etmekten başka bir şeye yaramadığını fark ettiğim kısa filmler tıpkı Türk TV dizilerinden birer örnek gibi. Sonu başı yok tüm dertleri seyirciyi telaşa sürükleyip "ay şimdi ne olacak" dedirtmenin ötesine geçemeyen rüyalar. 

Asıl rüya şimdi başlıyor hayatın ta kendisi, gerçeğin sadece gölgesiyle avunduğum hayat....