Bu Blogda Ara

4 Şubat 2012 Cumartesi

Funda CA Bir Yol Hikayesi

Değişiklik zamanı gelmişti. Farklı olsun ama çılgın olmasın boğulur kaybolurum, eve dönmek istemem diye çığlık atan ruhların günüydü. İçinde altın olmayan, altın gibi bir gün...

Gülmeyi özlemiş dört kadın ruhunun buluşma hikayesine başlamış bulunmaktayız. Kemerler ister açık kalsın ister bağlı, kelimeleri takip edin yeter. Israr ısrar üzerine tam da can sıkıntısını içime katmışken arkadaşları alıp gezmeye karar verdim. Uzaklaşma ihtimalimiz sıfırın altında beş derecelik bir havada ne kadar olabilirdiki? Kış, kar demeden yollara düşmek, otobüs beklemek bile içimde sönen kıvılcımların hayat işaretiydi. Ben, sen, o bir de şu toplanıp önce bir kafeye oradan, lahmacun salonuna son olarakda mağazaları talan ederek eve döndük. Bayanlar bir araya gelince ne yaparsa biz de onları yaptık. Tavşan kanı çaylara canları çıkaracak türden dedikodular katıp bir güzel içtik. :)  Can yakan insanların kulaklarını çınlatan dillerimizi özgür bırakıp üstüne kahkaha patlattık. Sütten yanan ağızlar uslanmamış olmalıki üstüne acılı çift porsiyon lahmacun ve bıyık yapan köpük ayran... Gülücükler saçan gözlerde parlayan bir fikir  al $ al $ vitrinde gördüklerini alll diye sayıklamaya başladı. Tüketim açlık seviyesine ulaşan bedenlerimiz en yakın mağazada bir nefesle kendisine geldi. Ohh be hayat varmış... 

 Saatler ilerler hava kararır kadın kısmının eve gitme vakti gelir! Tatlı sohbetleri ve eğlenceli sokak turlarını geride bırakıp evli evine, bekarlar yüreğinin gittiği yere diyerek ayrılıyoruz. Soğuktan çeri domateslerine dönen burmunu ısıtacak bir yuva ararken minibüs durağına sığınıverdik. Şoför abilerin sıcak odasında bir de sıcak çay servisi vardı. Tadına bakma şerefine erişemesemde keyfim yerindeydi. Taki bir öğretmen grubunun içerisine düştüğümü fark edinceye kadar. Öğrencilerini, velileri çekiştiren sohbetlerine direkt dinleyici olmuştum. Gelecek umut vadetmeyen öğrencilerinden, okul aile birliğince toplanan paraların çar çur edildiğinden, düzen böyle gider düzelmez itiraflarıyla dolu uzunca bir sohbet ortamı. Yetmişlerden kalma kahverengi kolltuklara sinmiş sigara kokuları yılların izini taşıyordu. Çay ocağı başında toplaşan erkek öğretmenler şıngır şıngır karıştırdıkları çay bardaklarına sıkı sıkı sarılıp ısınmaya çalışıyorlardı. Ocaktan çıkan buhar, duvarlardaki kasvet, mıy mıy bir kadın sesinide yanlarına alıp eski, isli bir fotoğraf çiziyordu gözlerimin önünde. Ülkeden umudunu kaybetmiş, insanını bir çırpıda harcamış öğretmenleri dinlemek hiç bu kadar sıkıcı olmamıştı. Oysa çocukluklarımızın ilk idolleri öğretmenler, hayat rehberimize mıh gibi çakılı birer fotoğraftı. Bundan sonra hüsranın, virane sokakların fotoğraflarını mı simgeleyeceklerdi? Belki gerçek belki ön yargı, sıradan bir insanı değil lise öğrencisini harcamak bu kadar kolay ve baya olmamıydı. Kar karanlığında bir minibüs durağındaki çay ocağında... Eriyen şekerler gibi o an bir damla gözyaşı tuzunda eriyiverdi tüm karlar.

Şimdilerde Andımız okunsun mu okunmasın mı, diye tartışan insanlarımız öğretmen kimdir, nedir diye azıcık kafa yorsa mükemmelin hası olur. Gencecik ruhları kağıt gibi çizip atanlar kimlik mesleği taşıyor olmasınlar!



Mini yol hikayelerinin kaderidir minibüslerle son buluşları. Dar alanda paslaşan bakışlar, fısıldaşmalar, çocuk çığlıkları, sıkıcı annelere sorulan ilginç sorular ve "parasının üstünü almayan var mı?", derdini süren şoför amca... Otobüs yolculuklarımın en komiklerine Adana topraklarında rastlayacağınızın garantisini verebilirim.
 Boş otobüs derler balık istifi çıkar, ücretler için "alim mi?" diyerek gezen göbekli muavinler, hızla podyuma gitmeye çalışan kokoş ama bir o kadar Anadolu yiğidi bayan şoförler ve metre kareye en çok lisanın düştüğü
 yolculuklar... Batıya doğru gittikçe resmileşen, kuralları artan, suratları astıran bir tavırla binilir şehir içi otobüslere. Bizim gibi arada kalmış iller ise nereye çeksen oraya gider, su yolunu bulur abi kaderciliğiyle yine hedefinden şaşmaz :) 

Hiç yorum yok: