Bu Blogda Ara

27 Ekim 2011 Perşembe

DİREK DEĞİL DİREKT

Son iki üç dört...
Hasret...


Yıl sonra yine DİREC-T dinliyorum. Sevipte nefret ettiklerim, sevipte kavuşamadığım hasretlerim, yollar, sıralar, son miladını yaşayan walkmani, kulaklıkla geçirdiğim bir yılı, sokak kokularını hatırlıyorum. Hatırlamak ne kelime gözlerimi kapasam zaman tüneline ışınlanacağım. Ahh özlem seni tanımamış olsaydım. Bir de alkıma dilime çakılmış "direkt" kelimesi var. Bir telefon konuşmamı dinleyip bana en güzel dersi veren insanın, hayvan beslemenin en özel hocasının, sözleri hayat boyu kulağımda: "Sen şimdi ne direğinden bahsediyorsun telefon direğimi, kolon direğimi? Yol öyle tarif edilmez direk o direkt." O günden sonra her satır yazıda açıp baktığım imla kılavuzuma doğrudan ve/veya direkt kelimesini ekleyerek konuşmaya, yazmaya devam ettim.


Haydi kalk gidelim diyor yüreğim, uzak bilinmez yerlere gidip eksik olanı aramak istiyor. Akıl vazgeçiyor. Eski denen her şey madde, eski dediklerim sadece elden ele gezen eşyalar; oysa zaman eskimez yaşanız biter, anılar eskimez silinir yok olur, mekan eskimez o hep yeni günü yaşar. Şimdi geçmişe gitsem beni karşılayacak neyim var? Bir ses, bir görüntü arar dururum. Gözler ileriye bakmak için yaratılmış, birisi başımın arkasında olsaydı geçmişe dönüş ihtimalim var derdim. Arkama alıp ilerlediğim her yıl özlemlere, tatlı ama acı duygulara yenilerini ekletiyor. Düşünmek bile kalbimi yaralıyorken geçmişi bir kez daha yaşamaya cesaret edemem. Uzak olan her şey güzeldir. Bunu hüzünlenip, ağladığım her an ıssız bir koyu izlecesine, tepenin başına çıkıp izlediğim o manzarayı yaşadığımda anlamıştım. Yıllarca bana teselli veren mavi, yeşil ve sarı renlerin çizdiği o resim meğer içine girdiğimde ne kdaar da kötüymüş. Odoanata (Yusufcuk) kovaladığım o kıyıcık bataklık olmaya meyletmiş, ıssız sandığım ulaşılmazım insanların izleriyle kirlenmişti. Meğer uzakta olan her şey güzelmiş o gün anladım.


Sesler ve kokular beni geçmişe sürüklese de gitmemek için direniyorum. Belki de bu yüzden fotoğraflara bakmayı sevmiyorum, kokuları kaybetmekten çekiniyorum. Görmeye, yaşamaya değil yalnızca hatırlamaya cesaretedebiliyorum. Tıpkı bugün olduğu gibi...

Hiç yorum yok: